Ana içeriğe atla

“İnsana Ne Kadar Toprak Lazım”

“İnsana
Ne Kadar
Toprak Lazım”

Zengin bir tüccarın eşi olan abla köye, fakir bir çiftçi ile evli kız kardeşini ziyarete gelir.
Şehir hayatının rahatlığını, çocuklarının giydiği zarif elbiseleri, yedikleri lezzetli yemekleri anlatır, övünür. Küçük kız kardeş içerler. “Hayatımı seninki ile değişmem” der. “Sıkıcı olabilir ama tasasızdır. Siz debdebeli bir hayat sürebilirsiniz ama sürekli endişe içindesiniz.”
Kadının kocası Pokhom kulak misafiridir. “Tek derdimiz toprağımızın az olması. Yeteri kadar toprağım olsa şeytandan bile korkmam” der. Şeytan sobanın arkasında gizlidir. “Öyle mi?” der. “Sana yeteri kadar toprak verelim bakalım.”
Şeytan Pokhom’un şansını açar. Köyün zengini kadından 100 dönüm toprak satın alarak arazi sahibi olur.
Bir akşam evlerinde bir yolcuyu misafir eder. Misafir Volga’nın kıyısında ekinlerin at boyu büyüdüğünü, toprağın ucuz olduğunu anlatır.
Pokhom satıp savar, Volga’nın kıyısında 400 dönüm satın alır. Artık durumu çok iyidir ama hâlâ halinden memnun değildir.
Bir gün seyyar bir tüccar ona uzaklarda, Başkirlerin yaşadığı bakir topraklardan bahseder. Bu topraklar o kadar geniştir ki insan bir sene durmadan yürüse sonuna ulaşamaz. Ama Başkirler saftır, birkaç rubleye ellerinden binlerce dönüm alınabilir.
Pokhom yanına hediyeler alarak gene yollara düşer ve Başkirleri bulur. Her şey tüccarın anlattığı gibidir. Pokhom toprak satın almak istediğini söyler. Hediyeler Başkirleri memnun etmiştir. Obanın en yaşlısı çağrılır.
“İstediğin kadar toprak seç” der yaşlı adam, kahkahayla. “Çok arazi var.”
“Kaça?”
“Günlüğü bin ruble. Bir günde ne kadar mesafe kat edersen o kadar toprak senin olacak.”
“Bir günde insan çok mesafe kat edebilir.”
“Hepsi senin” der ihtiyar gülerek. “Ama bir şart var. Eğer güneş battığında başladığın yere dönmüş olmazsan toprağı da paranı da kaybedersin.”
Toprak o kadar güzel
Ertesi sabah güneş doğarken Pokhom ve Başkirler bir tepede buluşur. İhtiyar Başkir kalpağını yere koyar ve “Buradan başla” der. “Gördüğün her yer bize ait. Bir dikdörtgen çiz, içindeki toprak sana ait olsun.”
Pokhom bin rubleyi kalpağın içine atar ve yola çıkar. “En az 50 kilometre yürürüm bir günde” diye düşünür. Beş kilometre yürüdükten sonra sola dönmeyi düşünür ama “Daha erken, beş kilometre daha yürüyeyim” diyerek yola devam eder.
Sonra sola döner. Yürü babam yürür. Toprak o kadar güzel, ağaçlıklar o kadar sıktır ki bir türlü geri dönmek istemez. Birden bire durup geriye baktığında güneşin inmeye başladığını görür. Tepede Başkirler karınca gibidir. Onlara doğru koşmaya başlar. Nefes nefesedir. Neden bu kadar uzağa gittim! Ya her şeyi kaybedersem! Adımlarını sıklaştırır. Fakat tepenin yamacına vardığında güneş batmıştır.
“Burada güneş hâlâ batmadı, acele et” diye bağırır yaşlı Başkir. Pokhom son bir gayretle koşar. Sırtından ter boşanarak, bacakları titreyerek, tam güneş ufukta kaybolurken kendini kalpağın üzerine atar.
“Bravo” diye bağırır ihtiyar. “Çok toprağın oldu.” Ama Pokhom duymaz. Ağzından kan gelerek ölür. Bir uçtan diğer uca iki metreyi geçmeyen bir çukur açıp onu içine gömerler.

İhtiyar Başkir şeytandır. Bir kahkaha atar. “Yeteri kadar toprağın oldu” der.
Rus Edebiyatının önemli ismi
 Tolstoy’un mutlu ve mesut yaşarken toprak hırsına kapılan Çiftçi Pokhom’ un şahsında  İnsandaki hırsın ne boyutlara ulaşabileceğini ve dünyanın faniliğini anlatan “İnsan Ne İle Yaşar “ kitabında anlattığı, hikayesi ile yazımıza başlangıç yapmak istedik.

Yedi Güzel Adamdan bir adam olan şair Cahit Zarifoğlu  “Bir Değirmendir Bu Dünya “ isimli kitabının 14. Sayfasında aynı başlıklı denemesinde Maraş Elbistanlı bir büyüğünün dünya hayatı ile ilgili tavsiyelerine yer veriyor ve söze başlıyor,
“Dünya bir “evciktir” , Esas ev ötede, bu dünyada servet sahibi olmak , onu çoğaltmak, gereklidir. Serveti çoğaltmak ise onu tasadduk etmek, muhtaçları arayıp onlara dağıtmak ve sevdiklerine hediyeler almaktır.”
Bu güzel cümleden sonra Zarifoğlu meseleyi açıklıyor ;
“Bu Mübarek sözlerden de anlaşılmalı ki servet, insanı bir değirmen gibi öğüten bu evcik için değil, ötedeki esas ev için. Evcik güzel, doyumsuz, ama maşekkat ve görevlerle dolu.” Evcik” sevimli bir kelime Elbistanlı büyüğüm bu küçültme takısı ile onu sevimli gösteriyor, onun lanetlenmemesi , gereği gibi sevilip değerlendirilmesi konusundaki görevleri hatırlatıyor. Ancak bir yandan da her şeyin iyisini, büyüğünü isteyen İnsana (bize) evinde , malında, sevabında en çoğunu isteyeceğimizi düşünerek evcik kelimesi ile “büyük ev” den söz etmeye yol açıyor. Bize asıl menfaatin büyüğünü (Cennet) işaret ediyor. Gönlünüzü,  enerjinizi, dikkatinizi , bu “küçük kulübe” ile bu “evcik “ ile yani bu geçici dünya ile fazla eğleştirmeyin demek istiyor.
Zira bu “evcik” ,bu sevimli ve tatlı şey insanları dişlileri arasına alıyor ve bağırıp çağırmalarına aldırış etmeden kanını kemiğine katarak öğütüp bir gün toprağa atıveriyor. “
Zarifoğlu’ nun kitabında bizlere evcik olarak tanımladığı dünya hayatının geçiciliğini unutan insanlık, tüketim çılgınlığı ve daha çok kazanma hırsı nedeniyle “evciğe “bel bağlayıp “ büyük evi” feda ediyor. Böyle olunca insanlık” büyük evi” kaybetmekle kalmıyor geçici olarak kaldığı bu “ küçük evcik “ de de huzurlu şekilde yaşayamıyor. 
Kapitalizm özellikle son 50-60 yılda büyük ilerleme kaydeden yazılı ve görsel iletişim kanalları ile insanlardaki ihtiyaç-tüketim ve kanaat dengesini zehirledi. İnsanların aslında ihtiyacı olmayan bir çok  lüksü  medya ve rol modellerini kullanarak mecburi ihtiyaç gibi insanların yaşamlarına sokmaya başladı. Toplumlar artık mecburi ihtiyaç haline getirdiği bu lükslerden faydalanabilmek için hırs duygusuna kapılıp ,ürettiklerinden fazla harcamaya başladılar ve bu açığı kapatmak için gelirlerini artıracak her yolu mübah saymaya başladılar. İnsanlar Artık kapitalizmin şubeleri haline gelen  bankalardan gene kapitalizmin sahibi olduğu  lüks otellerde tatil yapabilmek  için faizli krediler almaya başladılar. İnsanlar ,toplumumuzun birlik beraberlik içinde olacağı küslerin barışacağı dini bayramlarını bile  kredi çekip anne baba eş dostla bayramlaşmak yerine beş yıldızlı kapitalizmin açık büfeli otellerinde sınırsız tüketerek geçirmeye başladılar.
Artık insanlar daha iyi ev, daha iyi araba, daha iyi telefon için hırslandılar. Bu imkanlara sahip olabilmek için gereken parayı kazanma yolunun doğru veya yanlış olmasına aldırış etmediler. Küçük bir “evcik” olan geçici dünya hayatında daha çok kazanma uğruna erdem ve fazilet duygularından dahi taviz vermeye başladılar.
Sonuç olarak Kapitalizm,  önce lüks olanı zaruri ihtiyaç haline getirdi, sonra bu ihtiyaç için medya ve rol modeller ile  insana kazanma hırsı verdi, Daha sonra bu hırsı karşılayabilmesi için bankasından faizli kredi verdi, en sonunda da ürettiği her şeyi bu kredi karşılığında insana tekrar sattı. Dolayısı ile,  hem verdiği krediden aldığı faizi cebine attı, hem de aslında satması mümkün olmayan ürünü daha pahalıya sattı yani her halükarda kazanan gene dünyadaki kapitalist sistemin kurucuları oldu.
 İslam’ın bize emrettiği değerleri hırsımıza kurban etmediğimiz sürece Dinimiz bizim zengin olmamızı teşvik ediyor. Yüce Allah  bu dünyadaki bütün nimetlerini faydalanmamız için  bizim emrimize sunmuştur. Yaratıcımız ve Yöneticimiz Yüce Allah Bu “küçük “evcikte” (bu dünya)  nimetlerinden faydalanırken Kendisinin bize vaad ettiği “büyük evi” (Cennet) kaybetmemek için kendi koyduğu sınırları aşmayıp tevekkülü, kanaati ve paylaşmayı ihmal etmeyip israfa girmeden yaşam sürmemizi emrediyor.  
Böylelikle Üstad Necip Fazıl’ın tabiri ile hem “yaşanmaya değer hayatı” kazanmış, hem de dünyayı kana bulayan vahşi kapitalizm ve onun devletleşmiş hali olan emperyalizmin tuzağına düşmemiş oluruz. Çünkü dünyada kapitalizmin tüketim şehveti ve hırs ile zehirlediği fertlerin devletleşmiş halinin adı olan emperyalizm,    bütün dünyada Müslüman coğrafyalarında yaşanan işgal, zulüm ve savaşların tek failidir.
Kapitalizmin ve Emperyalizmin sebep olduğu bu işgal , soykırım ve sömürülere karşı gerek medeniyet tarihimizde, gerekse günümüz dünyasında bedel ödemesine rağmen eliyle diliyle kalbiyle erdemli ve faziletli bir duruş sergileyen bir Devletimiz , Milletimiz ve Liderimiz var. Bu nedenle  15 Temmuz fetö darbe ve işgal girişimi ile , bin yıllık devletimizi emperyalist emelleri uğruna ele geçirmek istediler.Tüm bu saldırılara medeniyet tarihimizde ve 15 Temmuz gecesinde şehit olmak pahasına karşı duran böyle yüce gönüllü  milletin ve böyle büyük bir devletin ferdi olduğumuz için Allah’a ne kadar Hamd etsek azdır.

Murat Yeşil - Çobanlar Fikir İstasyonu Dergisi - Eylül-Ekim Sayısı -2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İbn-i Haldun Mukaddime sesli kitap serisi

 İbn-i Haldun Mukaddime sesli kitap serisi  İbni Haldun Mukaddime (6-1) (Sesli Kitap) İbni Haldun Mukaddime (6-2) (Sesli Kitap) İbni Haldun Mukaddime (6-3) (Sesli Kitap) İbni Haldun Mukaddime (6-4) (Sesli Kitap) İbni Haldun Mukaddime (6-5) (Sesli Kitap) İbni Haldun Mukaddime (6-6) (Sesli Kitap)

Ramazan Geldi Hoş Geldi

Ramazan Geldi Hoş Geldi       Ramazan'a bir ay kalmıştır, Her sabah kalktığında kahvaltısını yaparken içinden sol tarafından bir ses Ramazan da geliyor artık kahvaltı da yapamayacaksın sahurda yiyeceksin ama uykulu uykulu hiç bir lezzet alamayacaksın. Hem önünde 17 saat aç kalma gibi bir durum var diye seslenmeye başlayacak. ve daha bir ay önceden mübarek Ramazan ayının feyzini bereketini ve mağfiret ayı oluşunu sana unutturup nefsinin karşılaşacağı zorlukları aklına getirerek senin Ramazandan af ve mağfiret ile cehennemden kurtuluş ile cıkmanı engellemiş olacak.       Artık sen Ramazanı bir an önce gelip geçmesini istediğin bir aylık normal bir zaman dilimi olarak görürsün ve artık askerliğinin bitmesini isteyen askerin şafak saydığı gibi Ramazan ayının bitmesi için şafak saymaya başlayan bir insan haline geleceksin.        Halbu ki Allah'ın ödülünü bizzat ben vereceğim dediği ve değerine dünya malı ile paha biçilemeyen oruçlarımızın tutulduğu, açlıktan ağız kokusunun bil

Prof Dr. Erbakan ODTÜ de - Anti Siyonist Adil Ekonomik Düzen Eğitimi